- Rönesans 1400 civarında başladığında tek bir İtalya yoktu.
- Bu dönemde İtalya yarımadası boyunca bir dizi dükalık, cumhuriyet ve krallık bulunuyordu.
- Bu kent devletler sürekli birbiriyle rekabet halindeydi.
- Bu rekabet zaman zaman çatışmalara neden oluyordu.
- Orta İtalya bölgesinde tamamıyla dindışı bir krallık olarak Papa tarafından yönetilen Papa Devletleri bulunuyordu.
- Papa devletlerinin kuzeyinde Sforza ailesinin Milano dükalığı ve d’Esta ailesinin yönettiği Ferrara dükalılklarının egemenliğindeki devletlerle Venedik ve Floransa cumhuriyetleri vardı.
- İtalyada dükalık benzeri bağımsız yönetimlerce yönetilen kent devletler arasında Floransa, Milano, Roma, Siena, Bologna ve Venedik ekonomik ve politik etkinlikleri ile öne çıkmışlardı.
- 14. yy Avrupasında özellikle İtalyada artan ekonomik zenginlik ve kentleşme beraberinde sosyal ve kültür değişimlerini de getirmiştir.
- Hızla bilimsel ilgiye ve sanata da yansıyan gelişmeler Gotik dönemin din taasubuna dayalı kütüründen uzaklaşmayı sağlayan pek çok entelektüel girişimin de tetikleyicisi olmuştur.
Özellikle Floransa da pek çok zengin tüccar ve banker hem kendileri hem de içinde yaşadıkları kent için kapsamlı yapı siparişleri verip mimar ve sanatkarlara destek olmuşlardır.
Ayrıca Eski Yunan filozoflarının İlkçağlarda başlattığı felsefe, matematik, fizik vb müsbet bilim alanlarında yazdıkları eserlere duyulan ilgi yeniden canlandırılmıştır.
Büyük zengin ve toplum liderleri İlkçağlarda yaşamış olan filizof ve yazarların çalışmalarının güncel Latinceye çevrilmesine yönelik girişimlere maddi destek sağlamıştır.
Klasik Yunan Felsefesinim Platon Aristo vb ünlü filoflarının eserleri artan bir entelektüel ilgi ve öğrenme seferberliğinin merkezine oturtularak, doğa olaylarının açıklanmasında matematik ve geometriye dayalı akılcılığın ön plana çıktığı düşünce sistemleri geliştirilmiştir.
Akılcılığı tanımlamada Hıristiyan inancının değerlerine de sahip çıkan Rönesans düşünürleri, dolaylı olarak matematiksel düşünce sistemlerini ve Mimaride ise daire, kare vb simetrik geometrik şekilleri tanrının kusursuzluğunun birer simgeleri olarak görmüşlerdir.
- Rönesans mimarları tasarımlarını daha çok tanrının kusursuzluğunu simgeleyen dairevi ve kare planlar üzerine kurguluyorlardı. Kent planlamasıyla ilgili çalışmalar ise oldukça sınırlıydı.
- Bunun temel bir nedeni vardı: İtalyanın içinde bulunduğu politik kaos ülkede yeni kent yapımı için elverişli değildi. Yine de Venedik Cumhuriyeti Venedik yakınlarında Palmanova adında bir kent yapmayı başarmıştır.
- Flarete lakablı Antonio Avelino 1460’lı yıllarda Milano’da klasik çağlardan esinlenerek mimarlık alanında yeni ussal (akılcı) çalışmalar yapmıştır.
- Antonio Avelino’nun, Storzinda adını verdiği ideal kent planını, sekizgen yıldız şeklindedir..
Vincenzo Scamozzi tarafından tasarlandığına inanılan Palmanova, topların yerleştirildiği dokuz uçlu bir yıldız şeklindeydi. Işınsal 9 ana cadde ve çevresel bağlayıcılar, ideal modele uymalarının yanı sıra, merkezi depodan savaş araç ve gereçlerinin gerekli yerlere kolayca ulaştırımasını sağlıyordu.
- Antik Yunan kaynaklı, Batının Klasik İlkçağ felsefesini temel alan Rönesans düşünürleri doğa ve toplum olaylarını yorumlamakta matematik ve geometriye dayalı akılcılığı temel almaktaydı.
- Bu ise Hıristiyanlıkta o dönem taasuba dayalı din anlayışından farklıydı.
- Yeni düşünce sistemini öncekinden farklı kılan en önemli etken ise açıklanması söz konusu olaylarda din eksenli düşünce yerine insan aklına dayalı görüşün egemen kılınmasıydı.
- Düşünce üretmede kabul gören yeni kriterler doğruluk, güzellik ve akılcılık şeklinde ifade ediliyordu.
Bu durum doğal alarak insanın kendisine olan güven ve inancını arttırdı.
‘Hümanizm’ denilen yeni inanç sistemine göre insanın bizatihi kendisi ya da insan beyni tüm doğruluk ve güzelliklerin temeli ve tek kaynağıdır. Bu çerçevede insan yaratıcılığına inanç, her türlü güzellik ve estetik düşüncenin bulunup yaratılma çabalarının gereğidir.
Bu inanışa göre ‘estetik’ düşüncenin bulunması zorunluluktur, zira ‘estetik’ düşünce toplumda mevcut olan her türlü kötülüğün panzehiridir.
- Rönesans mimarlarına göre mimarlık eşittir matematikti.
- Mimarlığı kosmik düzenin bir parçası hatta kopyası olarak görüyorlardı. Onlara göre bu düzeni simgeleyen en mükemmel biçimler kare ve daire idi.
- Vitruvius un düşüncelerinde temel aldığı Platon un evrenin geometriye bağlı anlatımı bu değerlendirmede büyük rol oynamıştır.
- Platon a göre düz doğrular ve daireden türetilen formlar ve bunların 3. boyutlu uzayda oluşturduğu katı cisimler ebedi ve mutlak güzelliği temsil ediyordu.
- Ne varki bu formların oluşturulmasında formsal bütünlüğü oluşturan elemanların birbiriyle olan oran ve orantısal ilişkilerin büyük önemi vardır.
- Rönesans mimarı bu ilişkilerin aynen bir müzik parçasını oluşturan seslerin kendi aralarında oluşturduğu harmonik ilişkilerinden farklı olmadığını düşünüyordu.
Rönesans mimarlarına göre bu ilişkiler mutlaktır ve kesindir.
14. yy da İlk Çağ eserlerine olan ilgi yoğunluğu, mimaride o zamana kadar yazılmış en eski kitap olan Romalı Mimar Vitruvius’un MS 100 civarında yazdığı ‘Mimarlık Üzerine On Kitap’ adlı kitaba olan ilgiyi de arttırmıştır.
Dönemin Latincesine çevrilen söz konusu kitap, adeta Rönesans mimarlarının incili haline getirmiştir.
Kitap çok geniş konu yelpazesini kapsamakta olup bunlar arasında geometrik ve simetrik biçime ve de yapının estetik tanımına ilişkin açıklamalar ağırlıklı yer tutmaktadır.
Mimaride parçaların birbiriyle ve bütünle oluşturduğu uyum kitabın Rönesans mimarlarının dikkatini çeken en önemli konusunu oluşturmuştur.
Platona atfen geliştirdiği estetik tanımıyla, Vitruvius geometrik şekillere dayalı ideal formlar ile oran ve orantıya dayalı ‘ebedi ve mutlak’ güzellikten sözetmektedir. Vitruvius kitabının 3. kısmında (kitap 3) insan vücudunun değişik uzuvlarının birbirine ve insan boyuna oranından söz ederek, mimaride ideal oran sistemlerinin insan vücudunun kusursuz oranlarında bulunabileceğini ima etmiştir.
Rönesans mimarı Leon Batista Alberti (1404 – 1472), dünyanın en eski 2. kitabı olan ‘Mimarlığın On Kitabı’nın yazarıdır.
Kitabında Vitruvius’un görüşlerine geniş yer veren Alberti geliştirdiği oran ve orantıya dayalı yeni formülerle, bu konuyu daha ileri boyutlara taşıyarak, mimariyi oran ve orantı üzerine kurulmuş bir matamatik bilimi olarak tanımlamıştır.
Mimariyi müziğin dondulmuş hali olarak gören Alberti’ye göre mimaride ‘güzellik öyle birşeydir ki ne ondan bir şey çıkarabilir, ne de ona bir şey ilave edebilirsiniz.’ O böylesi bir güzelliğin mimaride ancak bütünü oluşturan parçaların birbiriyle ve bütünle doğru şekilde oranıyla elde edileceğine inanmıştır.