Gerekirse her şeyin plan ile başladığına dair yaygın görünüşü çürütmek için çalışırız. Plansız olan biçimler vardır-dinamik düzenler ve düzensizlikler. Gordon Matta-Clark
Yapı ve mekânın varlığı, dünya dediğimiz sonlu veya sonsuz bir uzamda şeylerin çok katmanlı diline işaret eder. Dünya içinde karşılaşılan şeylerin tecrübesi, özne tarafından hep bir mekân örüntüsü çerçevesinde ifade edilir. Duyuların özneye sağladığı tüm varoluşlar, mekânsaldır ve uzamın içindedir. Öyleyse uzamın içinde cismi kaplayan yerin tarifi yani sınırlı mekân olgusunun, izaha kavuşturulmasında nasıl özgün bir alternatif yaratılabilir? Mümkünü olan başka bir mimarlıkta…
Mekân kavrayışını yönlendiren ‘yer’, ‘bağlam’, ‘işlev’, ‘arzu edilen form’ gibi kavramlar, 20. Yüzyılın sonlarına kadar geçerliliğini korumuştur. 21. Yüzyıl mimarlığı ve mekân yaklaşımını anlamak ve yeni alternatifleri sunmak için bu kavramların yanında birtakım kabul görmeye aday parametreler (eko, ekolojik, sürdürebilirlik, organik, kendi kendine yeten sistem) izah edilmelidir. Her mekân özgündür. Bu tanımlamayı ifşa ederken kullanılan dil: çok boyutlu, çeşitli ve alt okumalara hazır bir yapıda olma zorunluğunu taşır. Mimaride geliştirilen fikirlerin temel yatağında, anlam arayışına yırtıklar yaratan kurgunun kaynağı mekândır. Mimariyi anlamak ve geleneksel anlatılara muhalif bir tutum takınmak istiyorsak, her şeyden evvel ‘mekân’ kuramının özünü oluşturan biçim, form, konum, bağlam, doku, öznenin pratik alanı ve dönüşümü, toplumsal yapının üretimi ve süreç kıskacındaki dönüşümlerini ele almak gerekir.
Modernizm, modernite, kentsel planlama, kentsel dönüşüm ve kentsel yenileme gibi maskeler altında değerlerin altüst edilmesi ve mekân olgusunun kendi öznesiyle hemhal bağlarının koparılması günümüzde birçok binanın camdan cephelerinde izleri fark edilecek düzeydedir. Bürokrasinin belirlediği sınırların ötesine geçemeyen, politik ve ticari fikirlere hizmet eden yapıların varlığı: mimarlık alanını statik nesneleri üreten eylem alanı olarak tanımlayarak, yapı-çevre, insan-çevre, yapı-insan strüktür gerçeklikleri arasındaki dinamik ilişkileri, eylemleri, potansiyel performansları zedelemiştir. İçeriği boşaltılan mekân kavramının, sabit ifadelere gerilmesi ve mutlak doğrulukta tasarlanma diktesine karşı mimarice güzergâhlara başka bir mimarlık mümkünü tarafından muhalif tutumlar dolgusu yapılmalıdır. Bununla beraber mimarlık disiplininin tarihsel, toplumsal, yönetimsel ve mekânsal kurgularından zorunlu olarak geçirdiği patika izleklerinden emilen yapısal dönüşümlere ve sonuçlarına bakarak buralardan kavram, yöntem ve bakış transfer etmek başka bir mimarlığının doğumuna tercüme edilebilir.
Genel mimarlık ilkelerinden sağlam, ağırbaşlı ve süreklilik gibi temel ölçütlerinin tersine çağın yapısal kompozisyonuna uygun, çok yönlü, karmaşık, çoklu okumalara imkân veren bir biçimde kendi özgün yerini bulan başka bir mimarlıkta: her bina kendi özgün durumunu yaratır. Kurgusundan belirli bir kesit alındığında kapitalist sistemin metalaştırdığı değerlerin yeniden inşa edildiği görülecektir. Planlanan, temelinde ‘birlikte yaratalım’ mottosuyla biçim alır. Kullanıcıların oluş-hareket halindeki durumları ve sosyal koreografileri mimari tasarımın kaygısı dâhilindeki tarifsiz boşlukların geçici olarak mekânsal niteliğe kavuşması, geçici yer-inşası ve egemenlik alanı yaratması, kullanıcıların mekânsal anlamda yeni kimliklerin yüzeye çıkmasını sağlar. Mimari form, klasik anlamdaki verimlilik ve yararlığının ötesinde oluş halinde olan, içinde eyleyen tarafından var edilen/biçimlendiren ve içindekilerine öngörülemez olasılık ve imkânlara ev sahipliği yapacak bir esneklik ve geleceğe dair potansiyel taşıyan bir kurguyla filizlenir.
Kendilerine anlamsal açılımlar verilen şeyler yerler haline gelmeye başlar. Yerlerin otobiyografisinde öznenin kendisi olma çabası yatar. Şeylerin özne tarafından belirlenmesi, yerlerin tesis edilmesi, inşa edilmesi, bina veya yapı halini almasıyla sağlanır. Burada belirtilen şeyler nesne konumdadır. Mekânsal kurgu, bir özne tarafından nesneleştirilir. Başka bir mimarlıkta nesnenin özneye hükmetmesi amacı yoktur. Ya da tersi bir amacı da bulunmaz. Burada arzulanan iletişim, öznenin ve nesnenin birlikte sözbirliği etmesidir, yani varoluşlarını aynı kulvarda gerçekleştirmeleridir. Mekânın kökeni, öznenin yani bedenin zaman oluşumlarıyla kendi praksisinde yarattığı dalgaların mekân-beden, beden-mekân ikili anlatısının türetilmesinde aranmalıdır. Mekân, beden tarafından oluşturulan bir okuma değil, bedenin kendi varlığını görebildiği, yansıtabildiği, üretebildiği ve kendi olma haliyle kesişebildiği bir ayna-imgesidir. Her beden aynı zamanda her mekândır. Beden tarafından üretilen, tasarlanan ve algılanan mekân, kendi düzeni veya düzensizlik koreografisiyle bedeni yeniden boyutlandırır. Burada inşa edilmek istenilen temel fikir, başka bir mimarlık mümkünü olma yolunda ilerleyen ‘sosyal’ mekânın üretimi ya da mekânın sosyal üretimidir.
Mekânın sosyal dönüşümü aynı zamanda bireysel varoluşun ve toplumun dönüşümüdür. Toplum-birey-mekân trialetik oluşumun sosyalleşen bir üretim ağında kurgulanmasıyla arzu edilen yaşam katmanları elde edilir. Topluma yahut kentlere yeni kimliklerin nakli mekânın sosyal yüzeylerinde gerçekleştirilebilir. Burada bahsedilen üretim ve dönüşümün peş peşe dile getirilmesi mekânın daimî ve özgür bir bilmece içerisinde bedenle aynı yazgıda birleşmesinden kaynaklanır. Değişimle dönüşümün birbirine eklemlendiği yazgıda: beden ve mekân, değişimden korkmayan, değişimi ve dönüşümü destekleyen karakterdedir. Belirtilen döngüde mekân, konvansiyonel kapalılık hissini parçalıyor, teknik ve mekanik altyapısıyla bedene hareket alanı sağlıyor ve çoklu işlemli, planlı-plansız değişim ve dönüşümlere kendini özgürce bırakabiliyor.
Mekâna ait dönüşümlerin en belirgin izleri bedenin gündelik yaşamında görülebilir. Gündelik yaşam, düzensizlik çarşafında kendi mayasını yoğurur. Bir yanda belirsizliği ve tüketilemeyen gerçekliğini içkin bir edayla özünde depolayan gündelik yaşam, bedene mekânın sosyal üretim olanağını sağlar. Gündelik olanda başlayan tanınma ve varoluşunu bilinir kılma, bedenin olay içinde, eylem halindeyken mekâna oluşum kompozisyonlarını vererek süregider. Mekân ve beden gündelik yaşama aynı kapıdan katılır. Akışkan ve karmaşık halde yol alan beden kentin, toplumun yani yaşamın görünen ya da görünmeyen cephelerinde mekânla buluşur. Varlığını yeniden tanımlamak, yaşatmak ve yaşattırmak için. Gündelik yaşamda sokaklar, parklar, pazaryerleri, düğün yerleri, şantiye sahaları, evlerin odaları, avlular, bahçeler ve daha nice örüntüler yaşayan mekânları barındırır. Beden üzerinde oluş halinde bir hegemonya yaratan mekân, bedeni özünde değişebilir sosyal üretimlerle de özgür bırakabilir. Toplumsal ilişkilerde kurulan diyaloglar hep bir mekân yüzeyinde bedenden bedene aktarılır.
Modernleşme ve kapital düzen toplumsal değişime sebebiyet vererek mekânın değişimine ve dönüşümüne zemin hazırlamıştır. Kapitalizmin mekânı dönüştürmesinin temel nedeni bünyesindeki sermaye olgusunun rekabetçi yapısıdır. Kâr amacını güden bu düzen, zaman ve mekânı soyut kavramlar haline getirerek kendi istekleri doğrultusunda yaşam pratikleri üretmiştir. Ortaya çıkartılan ürün, tüketim toplumun birimlerini oluşturan hammadde niteliğindedir. Mekân, toplumsal ilişkiler ağında kendi örüntüsünü yaratır ve bu ağda meydana gelen titreşimlerden etkilenir. Kapital düzen, zaman ve mekân kavramlarının anlamlarını bozarak veya tümden yok ederek toplumsal ilişkileri, mekânın üretimini ve mekânın öznesini birer meta haline getirir. Mekânı ve zamanı niceli yoğun olan strüktürlerle yeniden inşa ederek bu iki kavram üzerinde kendi hegemonyasını yaratır. Varlık alanını toplumsal ilişkilerle beraber sermayenin arzu ettiği form ve nitelikte mekânı örgütler. Cephelerde, yüzeylerde, güneşin sımsıcak göğsünü bıraktığı kütlelerde ihtiyatsızca duran binlerce kapital yüzler var. Ve bu yüzlerde, hâkim olan yönetimin propagandası, kentin özünden bağımsız ikonografiler, imgeler, değişime ve dönüşüme uğrayan toplumsal ilişkiler ve mekânın sosyal üretimden yoksunluğu okunabilir.
Kapitalizm, özne ve nesneyi Kartezyen anlayışına mahkûm ederek birbirinden ayırır ve kendi içinde belirlediği düzende yeniden tanımlar. Mekâna yansıyan bu tanımlar belirli ve belirsiz birtakım pratiklerle de toplumsal ilişkilere katılır. Toplumsal ilişkilerin ekleminde yer alan mekân, sosyalleşme sürecinde kendi varoluşuna yeni özler dâhil eder. Kapital düzen, üretim ilişkilerini bu mekânsal özlerde kapatarak sosyalleşmenin yönünü kendi sermayesinin deltasına bırakır. Böylece tüketim toplumunu yaratmış olur. Mekânın fiziksel ihtiyacına kısmen cevap verebilen fakat zihinsel ihtiyacını karşılamakta eksik kalan en belirgin ve sık sık bizleri görüntü kirliliğine maruz bırakan bariz örneklerden biri, site içinde veya küme halinde tasarlanan konut ve ticari (özellikle alışveriş merkezleri) yapılardır. Bu yapılar, bilhassa site içinde inşa edilen konut birimleri, kentteki sosyal ve karmaşık örüntüden kendisini güvenlik kaygısıyla bağımsız bir habitata kapatır. Kaygı maksadıyla yapılırken kent ve sosyal mekânların parçası olmaktan kendisini nesneleştirerek soyutlar ve kentli de mekânın sosyal üretiminden ve gündelik yaşamın hissedilen, yaşanılan, eğlenilen, sosyalleştiren, gezip-geçilen mekânlarından uzaklaştırır. Böylece kullanıcıya fiziksel bir ihtiyaç olan güvenliği sağlarken zihinsel ihtiyaç olan toplumla birlikte olma, bir arada yaşamayı sağlayamaz. Aynı şekilde alışveriş merkezleri de iklim ve zamanı kontrol altına alma maksadıyla yapılarak, bedeni (özne-kentli) mekânda gerçekleşen kısıtlı pratiklerle yönlendirir. Beden kendi pratiklerini değil mekânın sunduğu kısıtlı zeminde kontrol altına alınmış iklimle hareket eder. Başka bir mimarlığın mümkününe işaret eden düşünce, mekânsal ve zamansal anlayışları ve pratikleri, toplumsal üretimleri bozguna uğratan kapital düzenin tragedyasını yaratan içkin değerdedir. Bu düşünceyle yaratılan mekân fiziksel olanı ile zihinsel olanı farklı varyasyonlu donatılarla kaynaştırır, bir araya getirir ve sosyal hayata öykünen kolektif üretkenlikle iş birliğine soyunur. Böylelikle beden ve mekân, kentsel pratik alanında çoklu okumalara imkân veren cepheleri, yüzeyleri, kütleleri, toplumsal yapıyla ve bağlamıyla hemhal olabilen kimlikli kompozisyonların doğal bir süreçte varoluşlarını sağlar.
Kapitalizmin mekânsal pratikleri ve soyut mekânlarına karşı nasıl ve ne şekilde mücadele edeceğimizi tümdengelim mantığıyla değil de tümevarım anlayışıyla planlayarak arzu ettiğimiz temsil mekânları ve doğrudan gündelik yaşantımızın birer parçası haline gelen yaşanan, hissedilen mekânları örgütleyelim. Sahip olduğumuz ve sevdiğimiz, varoluşumuzun göbek bağı mekânlarımızı, modernizm ve kapital düzeninin monoton üretkenliğinden soyarak kolektif, sosyal hayatı kendine mal eden aktif, üretken, farklı varyasyonlara zemin oluşturabilen, mekân-sosyal yaşam-bina/yapı-zaman-bağlam-doku gibi olguların arasındaki ilişkiyi müzakere eden imgelemlere camdan yeşille sıvanmış övgülerle bırakalım.
Kamusal mekânların yayılmacı sosyalliğini ve şenliğini yaratan, ekolojik tavırda suyun, güneşin, rüzgârın, yeşilin belirlediği programda biçimlenen projeler, yakın gelecekte katı olan tüm tasarım pratiklerini buharlaştıracaktır. Etrafımızda, monoton kalıpta sermaye ve iktidara hizmet ederek mimarlıkta para-sermaye vahasını yaratan, sosyal mekânların barındırdığı iç, derin dinamikleri betonlaştırarak düşeyde hızlıca ilerleyen birçok bina ve yapı grubu yıkıma ve yok edilmeyle baş başa kalacaktır. Toplumun üyeleriyle ilişki kurabilen, öznenin mekânda yarattığı iç dinamikleri ve performansını dikkate alabilen, mekânın sosyal üretimini önemseyip toplumda sağlıklı, eşit ve sürekliliği olan ilişkileri besleyebilen yapısal kurgular başka bir mimarlığın kesitini oluşturma zorunluluğunu kılacaktır.
Sonuç itibariyle, her şeyin planla başladığına dair yaygın görüş çürütülecek, plansız biçimler, dinamik düzenler ve düzensizlikler, beden-mekân ikili bağından beslenerek başka bir mimarlık mümkününü doğuracaktır. Bahsedilen mimarlık, camdan yani şeffaf, dürüst, sektörel gelişmenin güdümünde, farklı malzemelerle biçimini kazanıp sosyal mekânları doğayla, yeşille buluşturacaktır. Aynı zamanda ifade edilen cam imgesi özne-nesne, mimarlık-doğa, mekân-beden ikili ilişkilerin hafifliğine, yakınlığına ve ilişkideki şeylerin birbirine yerine geçme olanağına işaret eder.
Kaynakça:
1-Italo Calvino, 2002, Görünmez Kentler, Yapı Kredi Yayınları 1. Baskı: İstanbul, Kasım
2-Gordon Matta-Clark, 2012 Lemis Yayın 1. Baskı-İstanbul
3-Henri Lefebvre, Mekânın Üretimi, 2015, Sel
4-Köksal Alver-Duran Boz, 2017, Mekân Hikâyeleri, İz Yayıncılık 1. Baskı
5- Emel Kayın, 2015, Mekân Hikâyeleri, Kanguru Yayınları
6-David Harvey, 2015, Umut Mekanları, Metis Yayıncılık
7- David Harvey, 2015, Sermayenin Mekanları, Sel Yayıncılık
8- http://www.journalagent.com/megaron/pdfs/MEGARON-41736-ARTICLE_(THESIS)-ULUENGIN.pdf
9- http://tucaum.ankara.edu.tr/wp-content/uploads/sites/280/2015/08/semp7_41.pdf